Merhaba sevgili okur. Bu ay okul hayatımdan dolayı dolou dolu bir seyir keyfi yaşayamamış olsam da yine de önerebileceğim renkli ve coşkulu birkaç proje var.
Öncelikle bahsetmek istediğim Marvel’ın zevkle tükettiğim kurgu dizisi
What if…? (Eğer öyle olsaydı.)
Konuuz alternatif evrenlerle alakalı. Tahmin edersiniz ki bir eserde, alternatif evren,paralel evren,karadelik,zaman yolculuğu gibi konular olduğunda ben oradayım 😉
Avengers ekibi üyelerinin başlarına alternetif şeyler gelseydi, olayların seyri nasıl olurdu? sorusuna cevap arıyoruz. İron man hiç zırh gitmeseydi, Kaptan Amerika kadın olsaydı ya da Thanos yerine azılı düşmanımız Vision olsaydı ne olurdu?
Tüm bunlar Gözcü adlı bir kosmik varlık tarafından gözlemlenip bize aktarılıyor. İş bir noktada çığrından çıkıyor ve Doktor Strange’in de müdahelesiyle bir sonraki Marvel filmi Doktor Strange ve Multiverses filmine bağlantı kurmuş oluyoruz.
Görseller ve çizimler bir harika. Zaten türü sevenlerin mutlaka izlemiş olduklarını varsayıyorum. Açıkçası ben yazmakta biraz geç kaldım 🙂
Hemen geçiyorum bir sonrakine… Life is Strange True Colors. Oynamayı değil de izlemeyi tercih ettiğim bu oyun serinin 3. oyunu. Ben zamanı geriye sardığımız ilk oyunu çok beğenmiştim.
Bence bu da beklentileri sonuna kadar karşılamış, naif, tatlı bir uzunluğu ve sonu olan bir oyun olmuş.
Duyguları renk olarak gören, içine kapanık bir kızımız var ve abimizin yaşadığı güzeller güzeli şehri ziyarete geliyoruz. Annemiz hastalıktan dolayı ölmüş ve babamız da bizi bir bbaşımıza birakmış. Derken yeni insanllarla tanışıyor,kaynaşıyor ve güçlerimizi keşfederek insanlara yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Bir gün abimizin kız arkadaşının oğlu kayboluyor ve onu madenlerde aramaya gidiyoruz ve abimiz orada tuhaf bir patlamanın etkisiyle trajik bir şekilde uçurumdan düşerek hayatını kaybediyor. Biz de bu gizmli olayı erkek arkadaşımızla çözmeye çalışıyoruz.
Karakterimiz karşısındakinin duygusunu anlayabiliyor,onu kontrol edebiliyor veya kendine çekebiliyor. Biz de bu şekilde sorunların üstesinden geliyoruz. İlk oyundaki kadar bulmacayla karşılaşmıyoruz. Oyun adeta akıp gidiyor. Sadece biraz kısa olmasından yakınabilirsiniz fakat bence bu karar çok yerinde olmuş. Ben çok sevdim. Satın alıp oynamaya değer bir yapım olduğunu düşünüyorum.
Gelelim son izlediğim dizi Netflix yapımı Locke and Key 2.sezona …
Fantastik-gerilim türündeki bu dizinin ilk sezonunu daha önceki yazılarımızdan bulabilirsiniz. Çizgi romandan uyarlama dizimiz, ruhlar dünyasına açılan bir geçit ve bu geçitten türeyen, kahramanlarımızın yaşadığı evin çeşitli yerlerinde saklı olan ve kullanan kişiye çeşitli güzler veren anahtarlarla alakalı.
Locke ailesinin genç üyeleri bu sezonda şekil değiştirmiş bir yankı olan Dodge ‘ın Gabe versiyonuyla savaş halindeler. Gabe’in yeni ve güçlü bir anahtar yapmak gibi şeytani bir amacı var ve de ailenin içine fena şekilde sızmış durumda.
Bu sezon da her bölüm yeni bir anahtarla karşılaşıyoruz. Saplanan kişiyi manipüle eden anahtar, hafızayı yerine getiren göz anahtarı, zinri anahtarı, küçük evi kontrol eden anahtar, kemerli güç anahtarı, şeytani gücü çıkaran alfa anahtarı, kanat anahtarı… gibi
Elbette yeni karakterlerimiz de mevcut. Karizmatik bir tarih hocası ve kızı kasabaya geliyor. Bunlar da bir şekilde olaya bizim lehimizde dahil oluyorlar. Eski karakterler hafızalarına kavuşuyor. Kapıdan fırlayan demir parçalarıyla nasıl yeni anahtar yapılabileceğini ve anahtarların kökenini öğreniyoruz.
Genel olarak ben bu sezonu sevdim. Yeni anahtarlar güzel işlenmişti. Sonlara doğru gerilim dozu yükseldi ve tam düğüm çözüldü derken yeni bir kötüyle sezon finali yapıldı. Yeni sezonu bekliyor olacağım. Türü severlerin ilgilenebileceği bir eser yine. Çizgiromanının ilk sayısını okumuşturm ancak devamı henüz türkçeye çevrilmedi diye biliyorum. Bence bir an önce çevrilmeli 😉
Bu ay benden bu kadar dostlar. Derslerimizin yoğunluğu sebebiyle yazılarımız uzun aralıklarla gelmek durumunda kalıyor. Yeni eserlerde görüşmek dileğiyle. Esen kalın 😉
İKİ HAYALPERESTİN EĞLENCE DÜNYASI 