Şubat Ayında İzlediklerim (Serenity)

Merhaba sevgili okur,içinde bulunduğumuz ay bitmeden izlediklerimin bir listesini yapmak istedim sizlere 😉 Bu ay genel olarak gerilim-korku türünde diziler izledim. Anlatmak istediğim müthiş yapımlar var,hazırsanız başlıyorum 😉

Bahsi geçecek olan ilk filmi aslında bir önceki yazımda anlatacaktım ama ne hikmetse gözümden kaçmış. Kendisi, Suzanne Collins’in Açlık oyunları serisinin, Kuşlar ve Yılanların Şarkısı adlı son kitabının uyarlaması oluyor. Filmi uzun süredir merakla bekliyordum.

Açlık oyunları sevdiğim bir film serisidir. Bu filmde de hikayenin Başkan Snow adlı kötü kararkterinin başlangış hikayesine ve karakter dönüşümüne tanık oluyoruz.

Açlık oyunlarının ilk yıllarındayız. Yine dikkat çekici bir haracımız var. Kızımız isyankar ve şarkı söylemek dışında pek bir meziyeti yok. Snow’un gençliği ise henüz kariyerinin çok başında ve güzel haracımıza mentörlük yapması gerekiyor.

Başta tatlı başlayan fakat sonraları kaosa dönüşen bir aşk hikayesi izliyoruz aslında. Cast çok iyi seçilmiş. Özellikle Snow’u canlandıran Tom Blyth adındaki gencimiz epey bir göz dolduruyor ;)Ben hikayeyi ve işlenişi sevdim. Beklentimi karşılayacak bir film olduğunu biliyordum. Ve tat alarak izledim. Sizlere de tavsiye ederim 😉

Listemdeki filmlerden devam ediyorum sonra dizilere geçeceğim;) Bir sonraki yapım Netlix‘ten Oksigen

Film çok beğendiğim bir uzay filmi oldu dostlar. Kapalı alanda hayatta kalma konulu filmler ayrı bir ilgimi çekiyor sanırım. Bu filmi de bir öğrencimin tavsiyesiyle izledim ve çok beğendim.

Film son derece teknolojik bir kabinde uyanan bir kadınla başlıyor ve tüm film boyunca tek bir mekanda bu kadının gözünden olayları anlamaya çalışıyoruz. Film ilerledikçe kadının bir bilim insanı olduğunu ve yine dünyanın sonu geldiği için geliştirilen bir projenin tam odağı olduğunu öğreniyoruz.

Kendisi buraya kendi isteğiyle konulmamış ve kocasına ulaşmaya çalışıyor. Sonradan anlıyoruz ki işler evrensel boyutta ve kendisi gezegenler arası bir yolculukta. Gerelim dozu yüksek ve epey de klostrofobik bir yapım olduğunu itiraf etmeliyim. Bu türde filmler seviyorsanız bakabilirsiniz 😉

Sıradaki geren filmimiz ise Gerald’s Game. Bu da korku ve gerilim türünün ustası Stephen King‘in Oyun adlı kitabından bir uyarlama. Filmimize yaşlıca bir çiftin kaçak fantazisiyle başlıyoruz 🙂 Ya da en azından öyle bir niyetle başlanmış olsa da erkek karakterin kalp krizi geçirmesiyle mevzu hayatta kalma savaşına dönüşüyor.

Kadın karakterimizin çocukluğuyla ilgili çok ciddi travmaları var. Bir yandan bağlı olduğu kelepçelerden kurtulmaya çalışırken diğer yandan da geçmişiyle ve ilişki sorunlarıyla yüzyüze geliyor ve sürekli kendini sorguluyor. Film aslında tam bir psikolojik gerilim. Merak uyandırıcı ve etkileyici. O yüzden izlenilebilir olduğunu düşünüyorum.

Gelelim bir baş yapıt olan ve benim kendisini biraz geç fark ettiğim dizi Tepedeki Ev‘e …

Dizimiz ilk çıktığında epey ses getirmiş,gerek çekim teknikleri gerek oyunculuklarıyla ve senaryosuyla göz doldurmuş bir yapım. Korkutmanın dışında izleyeni hüzünlendiren bir altyapıya sahip nefis bir yapım dostlar. Yönetmen Mike Flanagan benzer birçok yapımıyla ön plana çıkıyor. Açıkça söylemem gerekirse ben tarzını çok beğendim.

Dizi günümüz ve geçmiş zaman arasında geçişler yaparak 5 çocuklu bir ailenin ,gizemli bir evle yaşadıklarını ve değişen hayatlarını anlatıyor.

Ailenin babası müthiş bir ev satın alıyor ve tamir sürecinde ailesiyle birlikte bu eve yerleşiyorlar. Ancak evle ilgili bilinmesi gereken bir yığın gizemin olduğunu anlamamız çok uzun sürmüyor. Uzun bir süre öğrenemediğimiz terslikler meydana geliyor. Bir gece çocuklar babaları tarafından evden uzaklaştırılıyorlar ve annelerini kaybettiklerini öğreniyorlar. Elbette yaşamlarını bu travmayla birlikte sürdürmek zorunda kalıyorlar. Bununla baş etme şekilleri de çok farklı oluyor.

Aslında ev, sakinleri onu yıllar önce terk etmiş olsa da onları geri istiyor ve tek tek avlamaya çalışıyor. Dizi bize sürekli aile içindeki tüm sırların günün birinde mutlaka ortaya çıkması gerekli olduğunu ve aile üyelerinin birbirini dinlemesi gerektiğini öğütlemeye çalışıyor. Fakat bunu göze sokar gibi değil,yüreğe dokunan bir naiflikle yapıyor. Konu kardeşler arası mevzulara geldiğinde ben ayrı bir duygulanıyorum açıkçası.

Yönetmen, yönettiği diğer yapımlarda da hep aynı oyuncu kadrosunu kullanmaya çalışmış. Bence iyi de yapmı. Çünkü ekip bence muhteşem. Bununla birlikte sesler, efektler,ortam da bir harika. İzlemediyseniz ve cesaretliyseniz bir göz atın derim 😉

Geldik aynı yönetmenin diğer yapımına. Usher Evi’nin Çöküşü

Yine bir aile draması, görkemli hayatlar ve korkunç hikayeler…

Servetlerini ve geleceklerini sağlama almak isteyen iki zalim kardeşin kurduğu hanedanlık birden bire ve mirasçıların tuhaf şekilllerde ölmesiyle dağılmaya başlar. Hem de ne dağılma. Her bölüm bir çocugun ölümü ve yine hayaletler… Bu sefer çok da iğrenç şekillerde :))

Edgar Allan Poe adlı yazar ve şairimizin bir öyküsünden uyarlama. Zorlu bir hayat geçirmiş iki kardeş kendilerine sıfırdan bir hayat kurmak istiyor ancak bu yeni hayatın temellerini yanlış şekillerde kurmaya çalıştıkları için başlarına gelmeyen kalmıyor. Ne kadar zengin olsanız da varisleriniz ve günahlarınız sizi rahat bırakmıyorlar 😉

Dizide gizem üzerine gizem çözülüyor. mevzular epey karışıyor fakat bir şekilde de neticeye varıyor. Kurgusu çok iyi ayarlanmış, sizi şok üstüne şok etmeyi beceriyor. Bir önceki yapıma göre çok daha korkutucu ve tiksindirici diyebilirim. Tokat gibi bir dizi izlemek isterim diyorsanız ısrarla tavsiye ediyorum 😉

Bahsedeceğim son dizi Avatar Last Aibender

Açıkça söylemem gerekirse diziden pek umutlu değildim çünkü orijinal harika bir anime dizisidir ve ben genel olarak felsefesini çok beğenirim. Uzak doğu dövüş felsefesine sahiptir.

Bahsi geçen bu evrende 4 temel elementi büken, 4 farklı ulus bulunuyor. Bir de tüm elementleri aynı anda kontrol edebilen ve ruhu sürekli reenkarnasyoan ugrayan avatarımız mevcut. Gel gelelim bu dört ulus tatlı tatlı yarlarken Ateş ırkı diğer ırkları baskı altına alıp düşürmeye çalışıyor. Avatar Aang ise 100 yıllık bir uykudan uyanıyor ve dostlarıyla birlikte Ateş krallığını engellemeye çalışıyor.

İlk başta oyuncu seçimleri herkesin olduğu gibi benim de pek içime sinmemişti ve diziden fazla bir beklentim de yoktu. Ancak ilk sezonu izleyince o kadar da kötü bir iş olmadığını fark ettim. ellerinden geleni yapmış gibiler. Efektler iyi, konu çok fazla değişikliğe uğratılmamış, alınması gereken mesajlar net… E daha nasıl olsun. He animesindeki hareketli aksiyon sahneleri ve derin karakter analizleri yeterince yapılabilmiş hayır ama fena da sayılmaz doğrusu;)

Diziyi izlerken eskiyi yad ettim ve gidip anime serisini devam ettirmeye koyuldum 😉 Bana yaşattıkları güzeldi, hoşuma gitti ,kısacası seyir zevki güzeldi. Aşırı fanıysanız bazı şeylere çok da takılmadan, bağımsız bir yapımmış gibi izlemenizi tavsiye ederim dostlar 😉

Bu aylık benden bu kadar. Bir sonraki tavsiye yazımda buluşmak üzere ,esen kalın… 🙂

Yorum bırakın