Mart Ayında Okuduklarım (Serenity)

Merhaba sevgili okur. Bizler meşgul insanlar olarak bir süredir yazı ekleyememiş olabiliriz ancak mart ayı son bulurken ve okuduğum kitaplar da bu kadar çeşitliyken onları sizlere aktarmadan edemedim.

Öncelikle beni içine alan ve sevdiren bir seriden bahsetmek isterim.

Chris Priestley‘nin kaleminden olan Dehşet Hikayeleri serisi tam benim tarzımda tuhaf hikayelerden oluşuyor. Yazarımız anlattığı tüm hikayeleri güzel bir kurgusal çerçeve içerisine yerleştimiş ve her yaştan okuyucunun rahatlıkla okuyabileceği akıcı bir dille yazmış. Ben farkında olmadan okumaya son kitaptan başlamışım. Sonrasında serisinin ilk ve ikinci kitaplarını da edindim ve hatta hikayelerden bazılarını öğrencilerime de okudum ve bunu yaparken oldukça zevk aldım. Kitabın sonundaki ters köşeler de oldukça güzeldi,göz atmanızı tavsiye ederim.

Bir sonraki kitabım yine bir başka serinin basılan son parçası olan Enola Holmes Tuhaf Buketler Vakası.

Nancy Spencer’ın bu hikaye serisindeki yazım tarzını çok akıcı buluyorum. Sherlock Holmes kitaplarının hiçbirini okumadım fakat kardeşinin hikayeleri benim oldukça hoşuma gidiyor. Normalde polisiyeyle pek aram yoktur ancak bu çerezlik hikayeler benim ilgimi çekmeyi başardı ve bana keyifli saatler yaşattı. O yüzden türün meraklılarına rahatlıkla tavsiye edebilirim.

Sonrasında hızımı alamayıp kriminal konulu başka bir kitaba geçtim. Ünlü bir anime serisinde geçen iki dedektifimizin (L) birlikte çözdüğü bir vakayı okuyoruz. İçerisindeki çizimler ve kitabın kapak tasarımı, öğrencimin elinde gördüğümde beni çeken şeyler olmuştu.

Kurgu beklediğimden de güzeldi. Hele ki sonu daha da şaşırtıcıydı. Zaten animesini çok severek izlemiştim. Bana o günlerimi hatırlattı. Death Note hayranları zaten bu kitabı kaçırmamışlardır diye tahmin ediyorum.

Yine bir seriden devam edecek olursam bu ay benim için manga ayıydı. Manga dünyalarına girmeye başladım gibi hissediyorum çünkü okurken çok keyif alıyorum. Hele ki konusu bilim kurgu olursa… Öğrencilerimin anime tavsiyelerini çoğu zaman dikkate alırım. Yine bu sayede Saturn Evleri gibi tatlış bir seriden haberim oldu.

Dünya atmosferinin üst tabakasında inşa edilen halka şeklindeki bir yapıda, kaybolan babasının kaldığı yerden dış cephe temizliğine başlayan bir gencin hikayesini okuyoruz. Yine orijinal bir konu ancak biraz yavaş ilerliyor. Trajik bir şekilde babasını kaybetmiş olan kahramanımız hem insanların hayatlarına dokunuyor hem de babasını araştırıyor. Çizim teknikleri enteresan. 3. kitabı henüz edinmedim ancak bir fırsatını bulursam okumak istiyorum.

Gelelim bahsedeceğim son seriye. Bir süredir merak ettiğim bir mangaydı. İlk kitabı bir solukta bitirdim. All you need is kill mangasından esinlendiğini öğrendiğim amerikan yapımı Edge of Tomorrow (Yarının Sınırında) filminin zaman temalı konusu oldukça ilgimi çekmişti. Fikrin bir mangadan gelmiş olmasına çok da şaşırmadım doğrusu. Sırf merakımdan mangasını okumak ve hangi noktaların ne şekilde beyaz perdeye aktarıldığını öğrenmek istedim. İyi ki de almışım. Diğer kitabı da soluksuz okuyacağıma eminim. İşin kötü tarafı her güzel şey gibi bu da hemen tükeniverecek. Ben de yine orijinal hikaye arayışına gireceğim 🙂

Bahsedeceklerim bu kadardı dostlar. Ortağım ve ben okumaya devam ediyoruz. Sizlere az da olsa fikir verebildiysem ne mutlu bana. Kitapla kalın…

Yorum bırakın